Kayıtlar

Nisan, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
 KAYIP KUBBENİN ARDINDAKİ SIR, ANTARKTİKA VE GİZLENEN ANSİKLOPEDİLER Hiç düşündün mü, bazı bilgiler neden bir anda ortadan kaybolur? Hele ki bu bilgiler kitaplarda, ansiklopedilerde yer almışken… İşte tam da bu noktada, 1959 yılı öncesine ait bazı ansiklopedilerin ve haritaların gizemli şekilde ortadan kaldırılması meselesi çıkıyor karşımıza. Bu olay öyle basit bir kitap toplatma süreci değil gibi duruyor. Çünkü bu kitapların içinde yer alan bazı bilgiler, bildiğimiz dünya algısını temelden sarsabilecek türden. Ve işin ilginç yanı, tüm bunların hemen ardından gelen 1959 Antarktika Antlaşması… Sanki zamanlama tesadüf değilmiş gibi. Bahsedilen ansiklopedilerden biri, “Encyclopedia Americana”. 1958 baskısında, Antarktika’nın belirli bir noktasında, 80° Güney enlemi ve 90° Doğu boylamı civarında, yaklaşık 4 kilometre yükseklikte devasa bir “gök kubbe” yapısından söz ediliyor. Bu bilgiye göre sanki Dünya’nın bir ucunda görünmeyen, bilinmeyen, hatta belki de bilerek gizlenen bir şey var....
 MARS’IN LANETİ, KOZMİK SAVAŞIN SESSİZ TANIĞI  Mars… yani Kızıl Gezegen. Bugüne kadar onu hep teleskoplardan, uydu görüntülerinden, bilim kurgu filmlerinden tanıdık. Çoğumuz için kuru, soğuk ve cansız bir yerdi. Ama bazı bilim insanlarına göre Mars bir zamanlar hiç de böyle değildi. Hatta belki de bir dönem yaşamla doluydu. Bu düşünce ilk başta kulağa çılgınca geliyor olabilir ama Harvard’lı bir astrofizikçi olan Dr. John Brandenburg’un ortaya koyduğu iddialar, kafalardaki soru işaretlerini büyütüyor. Brandenburg’a göre Mars’ta bir zamanlar gelişmiş bir medeniyet vardı. Bu medeniyet tıpkı eski Mısır’daki gibi bilgeliğe, kültüre, yapılar inşa edebilecek bir zekâya sahipti. Ancak sonra bilinmeyen bir felaket geldi ve her şey bir anda yok oldu. Üstelik bu bir doğal afet değil, yıldızlararası başka bir uygarlığın bilinçli olarak yaptığı bir saldırıydı. Kısacası Mars’taki kadim uygarlık, nükleer bir savaşla yok edildi. Bu iddianın en önemli dayanağı Mars atmosferinde tespit edilen ...
 YILDIZLAR ARASI MÜLTECİLER MARS’TAN GELEN TANRILAR  Eğer Mars, bir zamanlar Anunnaki’nin kolonilerinden biriyse ve bu koloni bir nükleer yıkımla sona ermişse, şu soru akla geliyor: Bu kadim uygarlık, yok oluşun hemen öncesinde ne yaptı? Kaçabildiler mi? Ve eğer kaçtılarsa, nereye gittiler? Bu soruların cevabı bizi doğrudan Dünya’ya getiriyor. Bazı araştırmacılara göre, Mars’ta meydana gelen bu yıkım sonrası Anunnaki, hayatta kalan elit bir grubu Dünya’ya taşıdı. Bu göç, yalnızca fiziksel değil; kültürel ve genetik bir aktarıma da neden olmuş olabilir. Çünkü Sümer mitolojisinde, tanrıların bir anda gökten inip uygarlık kurdukları anlatılır. Tarım, astronomi, yazı, hukuk gibi temel insan bilgeliği birdenbire ve açıklanamaz bir hızda ortaya çıkmıştır. Bu da evrimsel bir gelişimden çok, dışsal bir aktarımın işareti olabilir. Mars’tan gelen bu “göksel varlıklar”, Dünya’daki ilk büyük medeniyetin temellerini attıysa, geride bıraktıkları teknolojik bilgi birikimi, zamanla mitolojiye...
 BİLGELİĞİN EFENDİSİ AHURA MAZDA’NIN IŞIĞINDA Ahura Mazda, eski İran dini olan Zerdüştlükte gökyüzünün ve her şeyin tek yaratıcısı olan tanrıdır. Aynı zamanda Horomazes ismiyle de bilinir. “Ahura” kelimesi “efendi” ya da “lord” anlamına gelirken, “Mazda” ise “bilgelik” anlamını taşır. Bu iki kelime bir araya geldiğinde Ahura Mazda, “Bilgelik Efendisi” ya da “Bilge Tanrı” olarak düşünülür. Zerdüşt öğretisine göre O, iyiliğin, düzenin ve ışığın kaynağıdır; karanlık, kaos ve yalan ise O’nun karşıtı olan kötülük ilahı Angra Mainyu (Ahriman) tarafından temsil edilir. Ahura Mazda’ya yapılan ilk önemli çağrılardan biri, M.Ö. 550-330 yılları arasındaki Ahamenişler döneminde, Büyük Darius’un Behistun Yazıtı’nda yer almıştır. Darius, bu yazıtta zaferlerini ve egemenliğini doğrudan Ahura Mazda’ya bağlar. Onun sayesinde adaletin sağlandığını ve yalanın cezalandırıldığını anlatır. Darius’tan sonra gelen Ahameniş kralları da Ahura Mazda’ya derin bir bağlılık göstermiştir. Öyle ki her kral, savaş...
 IŞIĞIN ELÇİSİ, ANUNNAKİLERE GELEN UYARI Kozmik Dengeyi Hatırlatan Varlık Anunnakiler, çok uzun zaman önce, henüz Dünya üzerindeki yaşam gençken, gökyüzünden geldiler. Onlar gökteki kardeşlikten koparak yeryüzüne inen bir kavimdi. Teknolojileri yüksekti, bilgileri sınırsızdı, ama içlerinde hâlâ çözülmemiş bir şey vardı: Denge. Bu denge eksikliği, zamanla onların yaptıklarını sorgulatmaya başladı. Çünkü Dünya’ya sadece bilgi ve ilerleme getirmemişlerdi; aynı zamanda karmaşa, hırs ve baskı da yaymışlardı. İnsanlıkla oynanan genetik deneyler, bozulan doğa dengesi, bilinçle oynanan sistemler… Tüm bunlar, evrensel yasaların sınırlarını aşmaya başlamıştı. Ve işte tam bu noktada, sessizliğin içinden bir ses geldi. Ne gökten yıldırımlar düşürdü, ne de dağları yerinden oynattı. Ama o ses, Anunnaki meclisinde yankılandı. Zamanın bile durduğu bir anda, bir varlık beliriverdi. Ne kadın, ne erkekti. Ne genç, ne yaşlı. Bedeni ışıkla çevriliydi ama gözü kamaştırmaz, ruhu ürpertmezdi. Aksine, yanı...
 GİZEMLİ BİR GEÇMİŞİN SİMGESİ ATLANTİS YÜZÜGÜ  Atlantis Yüzüğü, sadece bir yüzük değildir; insanlık tarihine dair gizemli bir kapıyı aralayan, sembollerle konuşan kadim bir mirastır. İlk bakışta sıradan bir takı gibi görünebilir ama üzerinde taşıdığı geometrik semboller, onu tamamen farklı bir seviyeye taşır. Üçgenler, düz çizgiler ve dalga benzeri formlar, sadece estetik değil; enerjiyle çalışan, bir anlam taşıyan yapılar. Adeta bir frekans anahtarı gibi çalışır bu yüzük. Kimine göre nazardan korur, kimine göre sezgileri açar, kimine göre ise kişinin enerjisel alanını dengeler. Yüzüğün kökeni, 19. yüzyıl sonlarında Mısır’daki kazılarda ortaya çıkmıştır. Krallar Vadisi’nde bulunan bu özel parça, o dönem arkeologlar tarafından uzun süre araştırılmış ama üzerindeki semboller hiçbir uygarlığa tam olarak ait bulunamamıştır. Tam da bu noktada, yüzüğün Atlantis’ten gelen bir bilgi mirası olduğu fikri ortaya atılmıştır. Çünkü semboller, çok daha eski bir öğretiye işaret ediyordu. How...
 ZAMAN VE MEKAN ÖTESİNE AÇILAN KAPI, AMARU MURU’NUN GİZEMİ Yedi Işık Tanrısı ve Kayıp Anahtarın Hikayesi Çok eski zamanlara dayanan yerel efsaneler, Peru’nun güneyinde gizemli bir kapının ve onunla bağlantılı kadim bir hikâyenin izlerini taşır. Anlatılanlara göre, “Yedi Işık Tanrısı Tapınağı”nda görevli bir İnka rahibi olan Amaru Muru, kutsal kabul edilen altın bir diski, “Yedi Işık Tanrılarının Anahtarı” olarak bilinen bu esrarengiz nesneyi, İspanyol istilacıların eline geçmesin diye gizlice tapınaktan alıp kaçmıştır. Amaru Muru, kurtuluşu, Hayu Marca dağlarının derinliklerinde bulmuş; bu izole bölge, onun için hem bir sığınak hem de bir geçit olmuştur. Zamanla rahip, Hayu Marca’da yer alan ve halk arasında “Tanrıların Kapısı” olarak adlandırılan devasa kaya yapısına ulaşmış. Rivayet odur ki, burada yerel şamanlar ve diğer ruhani kişilerle bir araya gelmiş. Yanında getirdiği altın disk, sıradan bir nesne değilmiş; bu disk aracılığıyla, o kapının tam ortasında bir ritüel gerçekleşt...
 TARTARYA’NIN DOĞU KAPISI Q’İN DARA Tartarya anlatıları, resmi tarih tarafından dışlanmış ya da yok sayılmış kadim uygarlıklardan ve bu uygarlıkların arkasındaki gizli liderlerden bahseder. Bu anlatıların en gizemli figürlerinden biri de Doğu’nun hayalet kralı olarak anılan Q’in Dara’dır. Onun hakkında resmi kaynaklarda bir kayıt yoktur; çünkü varlığı maddi belgelerden çok, kadim sembollerde, ezoterik mirasta ve “bilinçli unutuş”un sisleri arasında yaşamaktadır. Ve işte tam da bu yüzden “Tartarya’nın Doğu Kapısı” ifadesiyle anılır: Çünkü Q’in Dara, bilinen tarih ile saklı bilgelik arasında bir kapı, bir eşik gibidir. Q’in Dara’nın ismi, tıpkı Atlantis gibi, bir kayıp bilgelik kavramını sembolize eder. Özellikle Asya kıtasının enerji hatları, ley çizgileri ve yıldız hizalanmalarıyla kurulmuş şehirlerine dair efsanelerde onun adı geçer. Tibet’ten Altay Dağları’na, Himalayalar’dan Çin’in iç bölgelerine kadar uzanan “enerji gridinin” bir düzenleyicisi, bir dengeleyicisi olduğu düşünülü...
 GÖKLERDEN GELEN MÜDAHALE BİZ KİMİN ESERİYİZ?  İnsan dediğimiz varlık… Gerçekten kimdir? Nereden geldi, nasıl bu hale ulaştı? Bilim, bize evrimle geliştiğimizi söyler. Maymun benzeri atalardan, milyonlarca yıl süren değişimlerle bugünkü halimize geldik der. Bedenimizdeki her detay, çevreye uyum sağlayabilmek için zamanla şekillenmişmiş. İlk bakışta mantıklı görünür ama bu kadar mükemmel işleyen bir sistemin, sadece tesadüflerle oluştuğunu düşünmek insana biraz eksik gibi geliyor. Çünkü insanın içinde sadece et ve kemik yok; bir de o tarif edilemeyen yanımız var… hislerimiz, sezgilerimiz, içimizde yankılanan o derin bilgelik… Bedenimiz Topraktan, Ruhumuz Yıldız Tozundan mı?  İşte burada işler biraz değişiyor. Çünkü bazı kadim anlatılar, bizim sadece evrim geçiren canlılar olmadığımızı, bir müdahaleyle şekillendirildiğimizi söylüyor. Özellikle Sümer tabletlerinde adı geçen Anunnakiler, bu konuda çok ilginç bilgiler bırakmış. Onlara göre insanlar, gökyüzünden gelen bu varlık...
 4000 Yıl Önce Sahra Taş Duvarlarına Ne Anlatmak İstediler? Cezayir’deki Tassili n’Ajjer bölgesinde, taş duvarlara işlenmiş bu canlı figürler, yaklaşık MÖ 2000 ile MÖ 50 yılları arasına tarihleniyor. “At Dönemi” olarak bilinen bu zaman dilimi, Kuzey Afrika’da göçebe toplulukların yaşadığı ve binlerce etkileyici kaya resmini geride bıraktığı bir çağdı. Resimlerde uzun zarif elbiseler giymiş kadınlar ve kısa, keskin etekler içinde savaşçılar yer alıyor. Moda ve duruşlarıyla adeta Tunç Çağı’ndan günümüze ulaşan birer kare gibiler. Figürlerin bir zamanlar beyaz çubuk şeklinde başları olduğu düşünülüyor, ancak zamanla bu kısımlar aşınmış. Yine de beden dili, giyimleri ve hareketleri hâlâ oldukça belirgin. Tassili n’Ajjer bölgesi, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve 15.000’den fazla kaya resmi barındırıyor. Bu çizimler, sadece sanatsal bir ifade değil, aynı zamanda o dönemin yaşam biçimini, inançlarını, sosyal ilişkilerini ve çevreyle kurdukları bağları da gözler önüne seriyor....
 TARTARİA TABLETLERİ  Tarihi Baştan Yazabilecek Gizemli Kalıntılar Tarih boyunca yazının Sümerler tarafından, yaklaşık MÖ 3500’lerde icat edildiği düşünülür. Fakat Romanya’nın batısında keşfedilen bazı gizemli tabletler, bu bilgiyi kökten sarsacak nitelikte olabilir. “Tărtăria Tabletleri” olarak adlandırılan bu eserler, yapılan karbon testlerine göre yaklaşık MÖ 5300 yılına tarihleniyor. Bu da demek oluyor ki, yazının doğuşu belki de Mezopotamya’da değil, Doğu Avrupa’nın kalbinde başlamış olabilir. 1961 yılında Rumen arkeolog Nicolae Vlassa, Romanya’nın Alba bölgesinde, Saliste köyü yakınlarında bir kazı yürütüyordu. Bu kazı sırasında oldukça ilginç bir mezara ulaşıldı. Mezarın içinden üç küçük kil tablet çıktı. Bu tabletlerin üzeri, bugüne kadar çözülmemiş gizemli işaretlerle doluydu. Aynı alanda bir kadına ait olduğu düşünülen yanmış insan kemikleri de bulundu. Bu kemiklerin, belki de tabletleri taşıyan, ya da onları yazan birine ait olması ihtimali ise bu keşfi daha da gize...
 ANUNNAKİLER PİRAMİT SAVAŞLARINDAN SONRA NEREYE GİTTİ? Anunnaki, kadim tarih boyunca dünya üzerindeki en büyük medeniyetlerden birine sahip olarak kabul edilir. Sümer mitolojisinde, Tanrıların yeryüzüne inmesiyle başlar her şey. Fakat, bu tanrıların bile yaşadığı karmaşa ve savaşlar zamanla çok farklı bir hal aldı. En büyük çalkantı, Piramit Savaşları olarak bilinen dönemde yaşandı. Anunnaki, devasa yapılar inşa etme, dünya düzenini şekillendirme ve insanları yönlendirme gücüne sahipti. Ancak, bu güçlü varlıklar arasındaki savaşlar, insanlık tarihinin belki de en derin sırlarını barındıran olaylardan biridir. Piramitler, sadece büyüklükleriyle değil, içlerinde taşıdıkları sırlarla da dikkat çeker. Anunnaki’nin bu yapıları inşa etmelerinin temel amacı, hem yeryüzünde hem de gökyüzünde bir denetim sağlamaktı. Piramitler, adeta onları dünya üzerinde birer hükümran yapacak kutsal tapınaklardı. Ancak, zamanla bu tapınaklar sadece güç simgeleri olmaktan çıkıp, aynı zamanda büyük bir çatı...
 TUFANIN GÖLGESİNDE ANUNNAKİ’NİN SESSİZ PLANI  Bence insanlık, yok olmaktan çok yeniden başlatıldı… Nuh Tufanı denildiğinde akla gelen ilk şey, sanki tüm dünyayı kaplamış devasa bir felaket oluyor. Ama aslında bu olayın yalnızca belirli bir bölgede yaşandığına dair pek çok işaret var. Özellikle Mezopotamya çevresinde, yani bugünkü Irak, İran ve Türkiye’nin güneydoğusunda büyük bir sel felaketinin yaşandığını gösteren arkeolojik kalıntılar bulunmuş durumda. O dönemin insanları için dünya, sadece yaşadıkları coğrafyadan ibaretti. Başka kıtaları ya da uzak toprakları bilmiyorlardı. Dolayısıyla gözlerinin önünde olup biten o felaket, onlar için gerçekten “dünyanın sonu” gibi görünüyor olmalıydı. Peki, Nuh’a gemi yapmasını emreden bu “tanrı” kimdi? Bazı eski metinlere göre bu emir, gökyüzünden gelen “tanrılar” tarafından verilmiş. Bu da bizi Anunnaki teorisine götürüyor. Eğer bu varlıklar gerçekten dünya dışı uygarlıklardansa, ellerinde çok ileri bir teknoloji vardı demektir. Belki...
 AKHENATON BAŞKA BİR DÜNYADAN GELEN FİRAVUN MU?  Eski Mısır metinlerinde, “tanrıların” binlerce yıl boyunca Mısır’ı yönettiği predinastik bir döneme dair bazı anlatımlar yer alır. Bu dönemin en gizemli figürlerinden biri ise Akhenatón’dur. Akhenatón, sadece fiziksel özellikleriyle değil, aynı zamanda Mısır’ın tarihindeki devrimci yaklaşımıyla da dikkat çeker. Onun yaşamı ve bıraktığı miras, hala birçok ilginç teoriye ilham veriyor. Bazı insanlar, Akhenatón’un sadece bir insan olmayabileceğini düşünüyor. Onun uzun kafa yapısı, farklı fiziksel özellikleri ve bedenindeki gariplikler, onu başka bir dünyadan gelen biri olarak nitelendiren teorilerin önünü açtı. Akhenatón, Tutankamon’un babası ve dini alanda büyük değişiklikler yapan bir liderdi. Aslında, Akhenatón’un asıl ismi Amenhotep IV’tü, ancak tahttan önceki yıllarda adını değiştirdi ve Mısır’ın geleneksel tanrılarından farklı bir tanrı anlayışını benimsedi. Eski Mısır metinleri, özellikle Palermo Taşı ve Mısır’lı rahip Manet...
 NUH PEYGAMBER ANUNNAKİ SOYUNDAN GELEN BİR MELEZ MİYDİ? Bu konuda farklı teoriler var. Klasik dini anlatılara göre Nuh Peygamber (Hz. Nuh), insan soyundan gelen bir peygamberdir. Ancak, Anunnaki mitolojisini ve eski metinleri araştıran bazı araştırmacılar, Nuh’un (Sümer mitolojisindeki adıyla Ziusudra veya Atrahasis) Anunnaki kökenli olabileceğini öne sürüyor. Bazı Sümer ve Babil metinlerinde, Tanrılar (Anunnaki) büyük bir tufanı önceden haber alıp Ziusudra’ya (Nuh) bunu bildirirler. Atrahasis Destanı’nda ise Enki’nin, insan soyunun tamamen yok edilmemesi için Atrahasis’e (Nuh’un karşılığı) yardım ettiği yazılıdır. Burada Enki, Nuh’un soyunu koruma konusunda özel bir ilgi gösteriyor. Bu, bazı araştırmacılara göre Nuh’un insanlardan farklı bir genetik yapıya sahip olabileceğini düşündürüyor. Bazı teorilere göre, Anunnaki’nin belirli insanlarla melez soylar oluşturduğu ve bu soyların diğer insanlara kıyasla daha uzun ömürlü, bilge ve “seçilmiş” kişiler olduğu söylenir. Nuh’un olağanü...
 SÜMERLERİN SIRRI, ANUNNAKİ VE KADİM TANRILAR  Sümer uygarlığı, M.Ö. 4100 yılından M.Ö. 1750 yılına kadar varlığını sürdürmüş, tarihin en eski ve en etkileyici medeniyetlerinden biri olarak kabul edilir. “Sümer” kelimesi, “medenileşmiş kralların ülkesi” anlamına geliyordu. Sümerler, zamanı saatlere ve dakikalara bölen ilk topluluklardan biriydi ve bu da onların gelişmiş bir matematik anlayışına sahip olduklarını gösteriyordu. Ancak Sümerlerin gelişmiş olduğu tek alan bilim ve teknoloji değildi; onların oldukça derin ve karmaşık bir inanç sistemleri de vardı. Sümerlerin inancına göre, insanlığın kaderi tanrılar tarafından belirleniyordu. Bu tanrılar, Anunnaki olarak biliniyordu ve onların insanları yargıladığına dair birçok mit bulunuyordu. Anunnaki, yerin ve göğün çocukları olarak tanımlanıyordu ve evrenin düzenini sağlayan ilahi varlıklar olarak görülüyordu. Çoğu insan, bu hikayeleri tıpkı Yunan mitolojisindeki tanrılar gibi, sadece eski efsaneler olarak değerlendirse de, baz...
 GÖKYÜZÜNDEN YERYÜZÜNE, RUHLARIN İLK İNDİĞİ TOPRAKLAR Dünyanın ve insanlığın başlangıcına dair pek çok kadim anlatı, ruhların ilk defa hangi topraklara indiği konusunda farklı görüşler sunar. Mitolojiler, kutsal metinler ve ezoterik öğretiler bu konuda çeşitli ipuçları verse de ortak olan bir şey vardır: Ruhların maddeye inişi, kozmik bir planın parçasıdır. Bence, ruhların dünyaya ilk indiği yer, sıradan bir coğrafi nokta olmaktan çok, enerjisel olarak yüksek bir bölge olmalıdır. Bu bölge, doğrudan gökyüzüyle, yani ruhların asıl kaynağıyla bağlantılıdır. Kadim dünya uygarlıkları bu bağlantının izlerini mitolojilerinde saklamıştır. Sürekli olarak gökyüzü ile yer arasındaki kutsal köprünün varlığından söz edilmiştir. Ve bu kutsal iniş noktalarından biri, hatta belki de en özeli, Adana topraklarıdır. Şanlı bir gökyüzü altında, coğrafyasının derin sırlarını barındıran bu bölge, tarih boyunca mistik anlamlarla yüklenmiştir. Adana’nın gökyüzüyle bağlantılı enerjisel merkezlerden biri old...
 KAFKASYA’NIN GİZLİ MİRASI VİKİNGLER VE ŞAMANLARIN ORTAK KÖKENLERİ  Viking Mitolojisindeki Azerbaycan İzleri Buzul Çağı’nın sonuna yaklaşırken, dünya büyük bir dönüşüm sürecine girdi. İklim değişiyor, buzlar eriyor ve insanlar yaşanabilir topraklar bulmak için yeni yerlere göç ediyordu. Bu göç yollarını incelediğimizde, atalarımızın Kafkasya ve Azerbaycan’dan kuzeye doğru ilerlediğini görebiliyoruz. O dönemde, doğuya ya da batıya gitmek mümkün değildi çünkü çevredeki her şey buzlarla kaplıydı. Tek açık yol kuzeye, Avrupa’nın içlerine doğru uzanıyordu. Bu durum, Avrupa halklarının kökenine dair önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: Atalarının büyük bir kısmı Kafkasya’dan geliyordu. Son yıllarda yapılan DNA analizleri de bunu doğruluyor. Özellikle eski Vikinglerin genetik yapıları incelendiğinde, Kafkasya halklarıyla büyük benzerlikler taşıdıkları tespit edildi. Bu da, Avrupa’nın kültürel ve genetik mirasının Kafkas kökenli olduğunu gösteriyor. Muğam’dan Valhalla’ya.. Azerbaycan ve...
 Nevruz’dan sonraki beşinci gün, tarihin en büyük bilge ve peygamberlerinden biri olan Zerdüşt’ün doğum günü olarak kabul edilir. Zerdüşt, kadim Aryan toplulukları içinde ahlak felsefesini temellendiren, tek tanrılı inancın öncülerinden biri olarak insanlığa yön vermiş büyük bir düşünürdü. Onun Tanrı, iyilik, kötülük ve insanın evrendeki rolü üzerine geliştirdiği öğretiler, sadece Zerdüştlük dininin değil, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi büyük inanç sistemlerinin de temel taşlarını oluşturdu. Aynı zamanda Hinduizm, Budizm ve Sihizm gibi doğu öğretilerini de derinden etkiledi. Zerdüşt’ün en önemli fikirlerinden biri, evrenin temelinde ışık ile karanlığın, iyilik ile kötülüğün sürekli bir mücadele içinde olduğu düşüncesiydi. Ona göre, insanın özgür iradesi, bu mücadelede hangi tarafta duracağını belirleyen en önemli unsurdu. İnsan, iyi düşüncelerle, doğru sözlerle ve erdemli eylemlerle ışığın yanında olabilir ya da bencilce, yıkıcı ve kötü eylemlerle karanlığa hizmet edebilirdi...
 SÜMER TABLETLERİNDEN GÜNÜMÜZE, ANUNNAKİ’NIN HİKAYESİ  İlahi Meclisin Dünya Yolculuğu Sızan deliller gösteriyor ki, Anunnaki İlahi Meclisi, çok uzun zaman önce Dünya’ya gelmiş. Peki, bu ne anlama geliyor? Bu eski ve esrarengiz ziyaretçiler kimdi? Ve onları buraya getiren sebep neydi? Efsanelere göre, Anunnaki, uzak bir gezegenden gelen güçlü varlıklardı. Sümer tabletlerinde geçen bilgilere göre, onlar insanlığa tarımı, madenciliği ve hatta yazıyı öğreten, medeniyetin temellerini atan tanrılar olarak anlatılıyor. Ancak, son yıllarda ortaya çıkan bazı ipuçları, bu anlatıların sadece mitlerden ibaret olmayabileceğini düşündürüyor. Dünyanın farklı bölgelerinde bulunan devasa taş yapılar, antik maden ocakları ve astronomi bilgisi içeren tapınaklar, bu varlıkların gerçekten burada olduğunu gösteren işaretler olabilir mi? Anunnaki Dünyaya Ne Zaman Geldi? Eğer Anunnaki gerçekten buradaydıysa, onların geliş amacı neydi? Sümer metinleri, onların altın arayışı için geldiklerini anlatıyor...
 UYGARLIKLARIN KADERİ, YÜKSELİŞ, ÇÖKÜŞ VE YENİDEN DOĞUŞ Bir Medeniyet Neden Yok Olur? Tarih boyunca birçok büyük uygarlık yükselmiş, gelişmiş ve en parlak dönemlerine ulaştıktan sonra zamanla yok olup gitmiştir. Peki, bir uygarlığın çöküşü kaçınılmaz mıdır? İnsanlık tarihine baktığımızda, belli bir döngünün tekrar ettiğini görebiliriz. Her şey önce küçük ve güçsüz bir halde başlar. Ardından gelişim sürecine girer, büyür, genişler ve bir noktada zirveye ulaşır. Ama bu zirve aynı zamanda çözülmenin başlangıcıdır. Yavaş yavaş içten içe zayıflama başlar, ardından yozlaşma gelir ve sonunda uygarlık ya tamamen yok olur ya da farklı bir biçimde varlığını sürdürmeye çalışır. Tarihin Tekrarlayan Döngüsü, Uygarlıklar Neden Batar? Bu döngüye baktığımızda, birçok kadim medeniyetin neden tarihe karıştığını anlamak mümkün. Mezopotamya’nın güçlü şehir devletleri, Mısır’ın görkemli hanedanları, Roma’nın dünya hakimiyeti, Maya ve İnka medeniyetleri… Hepsi bir zamanlar zirvede olsalar da bugün yalnı...
 Mısır piramitleri her zaman gizem ve merakın odağında olmuştur. Ancak son günlerde ortaya atılan yeni iddialar, bu antik yapılar hakkındaki soruları bambaşka bir boyuta taşıyor. İtalyan araştırmacılar, modern radar teknolojileri kullanarak Khafre (Kefren) Piramidi’nin altında daha önce bilinmeyen devasa yapılar keşfettiklerini iddia etti. Bu bulgulara göre, piramidin tabanına yakın bölgede beş büyük yapının birbirine belirli geometrik yollarla bağlandığı görülüyor. Ayrıca 648 metre derinliğe kadar inen spiral şeklinde silindirik oluşumlar ve kenar uzunluğu 80 metre olan dev kübik yapılar tespit edilmiş. Eğer bu iddialar doğrulanırsa, Mısır’ın bilinmeyen tarihine dair çok önemli ipuçları elde edilebilir. Piramitler hakkındaki klasik bilgiler, genellikle firavun mezarları oldukları yönünde. Ancak bu yeni keşifler, yapıların işlevi konusunda farklı teorileri gündeme getiriyor. Bu derinlikte ve bu büyüklükte yer altı yapılarının olması, burasının sıradan bir mezar olmadığı fikrini güç...
 YARATICININ HARİTASI  “Daşka Taşı” olarak adlandırılan taş levha, 120 milyon yıl önce oyulmuş bir kaya… Üzerinde nehirler, dağlar ve vadiler var, hem de kusursuz bir doğrulukla. Ama bir sorun var: O dönemde henüz insanlar yoktu! Peki, bu haritayı kim yaptı? Nasıl oldu da, yalnızca modern teknolojiyle mümkün olabilecek bir hassasiyetle, Dünya’nın coğrafyası bu kadar detaylı bir şekilde haritaya döküldü? 1999 yılında Rusya’daki Ural Dağları civarında çalışan bir grup jeolog, sıradan bir taş parçası gibi görünen bir şey keşfetti. Ancak yakından incelendiğinde bu taşın aslında son derece detaylı bir harita olduğu anlaşıldı. Üstelik bu harita, mevcut coğrafi bilgileri birebir yansıtıyordu. Daha da şaşırtıcı olanı, taşın yaşının yapılan analizlere göre 120 milyon yıl öncesine dayanmasıydı. Bu, insanlık tarihine dair bildiklerimizi tamamen altüst eden bir bulguydu. Modern haritalar, uydu görüntüleri ve gelişmiş topografik ölçüm sistemleri kullanılarak oluşturuluyor. Ancak 120 milyon...
 DİNLER VE MİTOLOJİLER ESKİ UYGARLIKLARIN MİRASI MIYDI? Tarih boyunca insanlık, evreni ve kendi kökenlerini anlamlandırmaya çalışırken birçok mitoloji ve inanç sistemi geliştirdi. Ancak bana göre, bu anlatılar sadece hayal gücünün ürünü değil; aksine, geçmişte yaşanmış gerçek olayların ve varlıkların zamanla değiştirilmiş, efsaneleştirilmiş versiyonları olabilir. Ne yazık ki, bu bilgiler zamanla ya kasıtlı olarak gizlendi ya da unutularak kayboldu. Eski uygarlıkların anlatıları incelendiğinde, birçok ortak tema göze çarpıyor. Sümerler’in Anunnaki tanrıları, Mısır’daki Osiris’in ölüm ve diriliş döngüsü, Yunan mitolojisindeki Zeus ve diğer tanrılar, Hint mitolojisindeki Brahma, Vishnu ve Shiva gibi figürler, farklı coğrafyalarda benzer hikayelerle karşımıza çıkıyor. Bu kadar uzak kültürlerde benzer anlatıların bulunması, bence bunların ortak bir kökene dayandığını gösteriyor. Ancak zamanla bu anlatılar, tanrısallaştırılarak mitolojik hale getirilmiş olabilir. Örneğin, tufan hikayesi ...
 KADİM BİLGİLER NEDEN YOK EDİLDİ? KAYIP GERÇEKLERİN PEŞİNDE  İnsanlık Bilinç Hapishanesinde mi? İnsan bilinci, tarih boyunca çeşitli şekillerde manipüle edildi ve bu durum günümüzde de devam ediyor. Kadim uygarlıkların sahip olduğu bilgiler, bugün bize ulaşan kısıtlı tarih anlatısının çok ötesinde olabilir. Peki, neden bu bilgiler saklandı ya da unutturuldu? İnsanların gerçek potansiyellerine ulaşmasını kimler istemedi? Eğer geçmişte insanlık, bilinç, enerji ve evrenin işleyişi hakkında çok daha derin bir anlayışa sahiptiyse, bu bilgiye bugün neden erişemiyoruz? Mısır, Sümer ve Maya uygarlıkları gibi kadim toplumlar, yalnızca maddi dünyayla ilgilenmiyor, aynı zamanda bilinci yükseltmeye yönelik çeşitli sistemler geliştiriyordu. Mısır piramitlerinin, belirli frekansları yaymak için özel bir geometriyle inşa edildiği düşünülüyor. Sümerler’in, gökten gelen varlıklar olan Anunnaki tarafından evrenin sırları hakkında bilgilendirildiğine dair metinler bıraktığı biliniyor. Mayalar is...
 İNSANLIK GEÇMİŞTE BÜYÜK BİR SIFIRLANMA YAŞAMIŞ OLABİLİR Mİ?  Bana göre, insanlık geçmişte gerçekten büyük bir sıfırlanma yaşamış olabilir. Bunun en büyük kanıtı, farklı kadim kültürlerde benzer anlatıların bulunması. Büyük tufan hikayesi, neredeyse her kıtada karşımıza çıkıyor. Sümerler’in Ziusudra’sı, Babil’in Utnapiştim’i, Tevrat’taki Nuh ve Hindu mitolojisindeki Manu, hepsi aynı olayı farklı isimlerle anlatıyor gibi görünüyor. Peki, neden farklı medeniyetler aynı felaketi anlatıyor? Eğer böyle bir olay hiç yaşanmadıysa, nasıl oldu da dünyanın dört bir yanındaki kültürlerde ortak bir hafızaya kazındı? Belki de geçmişte insanlık, bugünkünden çok daha ileri bir uygarlık seviyesine ulaşmıştı, ancak büyük bir felaket sonucunda her şey sıfırlandı. Bu felaket bir doğal afet olabilir; devasa bir göktaşı çarpması, büyük depremler, volkanik patlamalar veya iklim değişiklikleri gibi. Veya bu sıfırlanma, bir nükleer savaş ya da teknolojik bir felaket sonucu da gerçekleşmiş olabilir. H...
 İSLAMİYET ÖNCESİ DÖNEMDE İNANÇ DÜNYASI VE RİTÜELLERİ İslamiyet öncesi dönemde, Arap Yarımadası’nda farklı kabilelerin uyguladığı ritüeller, o dönemin inanç sistemine ve toplumsal yapısına derin bir etki bırakmıştır. Araplar, çoğunlukla putperest bir yaşam tarzını benimsemiş, farklı tanrı ve tanrıçaları kutsal kabul ederek onlara tapınmışlardır. Bu ritüeller, sadece dinî inançları değil, aynı zamanda sosyal hayatı da şekillendiren önemli unsurlar olmuştur. Kâbe, İslamiyet öncesi dönemde de kutsal kabul edilirdi. Arap kabileleri her yıl, Kâbe’yi ziyaret eder, orada bulunan putlara kurbanlar sunar, farklı adaklar adarlardı. Ziyaretler sırasında, bazı kabileler tavafı çıplak yapar, bunun arınmaya işaret ettiğine inanırlardı. Bu dönemde yapılan bir diğer önemli ritüel, putlara sunulan kurbanlardır. Lat, Uzza, Menat, Hubal gibi putlar, Arapların en çok tapındığı varlıklardı. Her biri, belirli bir gücü temsil eder ve ona bağlı olarak insanlar, yaşamlarındaki önemli olaylar öncesinde ya d...
 PİRAMİTLERİN SAKLI SIRLARI Tarihi Değiştirecek Keşif Tarih, keşiflerle sürekli yeniden yazılan bir kitap gibidir. Piramitler ise bu kitabın en gizemli bölümlerinden biridir. Bugüne kadar Mısır piramitlerinin yalnızca firavunların mezarları olduğu düşünülüyordu. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, bu antik yapılar hakkında bildiklerimizi kökünden sarsacak bulgular ortaya koyuyor. İtalya’nın Pisa Üniversitesi’nden Filippo Biondi ve Corrado Malanga’nın yaptığı bir araştırma, Kefren Piramidi’nin altında saklı kalan ve insanlığın geçmişine dair büyük sırlar barındıran yapılar bulunduğunu gösteriyor. Araştırmacılar, gelişmiş radar teknolojisiyle piramidin altını tarayarak daha önce bilinmeyen beş yapının varlığını keşfettiler. Bu yapılar, birbirine tünellerle bağlı ve son derece hassas bir geometrik düzene sahip. Her biri beş katmandan oluşuyor ve eğimli çatıları var. Ancak asıl şok edici keşif, bu yapıların çok daha derinlerine inildiğinde ortaya çıktı. Bilim insanları, piramidin ...
 TANRILAR DÖNÜYOR, İNSANLIĞIN SON SAVAŞI  Kadim Efendilere Meydan Okumak 2097 yılı… Dünya, hiç olmadığı kadar büyük bir kaosun içinde. Gökyüzü, ansızın beliren devasa gemilerle kaplanıyor. Altın renginde ışıldayan bu görkemli araçlar, görenleri hayrete düşürüyor. İnsanlık, tarih boyunca böyle bir teknolojiye tanık olmamıştı. Ancak bu, onların ilk gelişi değil… Binlerce yıl önce, insanlığın ilk uygarlıklarını kuran ve tanrı olarak kabul edilen Anunnakiler, şimdi geri dönüyor. Ama bu sefer öğretmek ya da rehberlik etmek için değil; hak ettiklerini düşündükleri şeyi almak için. Gerçek, çok geçmeden açığa çıkıyor. İnsanlık, Anunnakiler tarafından yaratılmış, ancak kutsal bir amaç için değil, çok daha farklı bir niyetle: bir kaynak, bir hizmetkâr, hatta birer savaşçı olarak kullanılmak için. Dünya onlar için yalnızca bir koloni, insanlar ise köle olmaya uygun bir türden başka bir şey değil. Binlerce yıl boyunca, Anunnakiler’in yokluğunda gelişen insan uygarlığı, onların gözünde sad...
  ANUNNAKİLER PİRAMİT SAVAŞLARINDAN SONRA NEREYE GİTTİ? Anunnaki, kadim tarih boyunca dünya üzerindeki en büyük medeniyetlerden birine sahip olarak kabul edilir. Sümer mitolojisinde, Tanrıların yeryüzüne inmesiyle başlar her şey. Fakat, bu tanrıların bile yaşadığı karmaşa ve savaşlar zamanla çok farklı bir hal aldı. En büyük çalkantı, Piramit Savaşları olarak bilinen dönemde yaşandı. Anunnaki, devasa yapılar inşa etme, dünya düzenini şekillendirme ve insanları yönlendirme gücüne sahipti. Ancak, bu güçlü varlıklar arasındaki savaşlar, insanlık tarihinin belki de en derin sırlarını barındıran olaylardan biridir. Piramitler, sadece büyüklükleriyle değil, içlerinde taşıdıkları sırlarla da dikkat çeker. Anunnaki’nin bu yapıları inşa etmelerinin temel amacı, hem yeryüzünde hem de gökyüzünde bir denetim sağlamaktı. Piramitler, adeta onları dünya üzerinde birer hükümran yapacak kutsal tapınaklardı. Ancak, zamanla bu tapınaklar sadece güç simgeleri olmaktan çıkıp, aynı zamanda büyük bir çat...