YARATILIŞIN İLK ANLARI: SES VE IŞIĞIN DOĞUŞU

Evrenin başlangıcında hiçbir şey yoktu; sadece derin ve uçsuz bucaksız bir boşluk… Ne gökler vardı ne de yeryüzü. Bu sınırsız boşluğun ortasında, henüz zaman ve mekân bile var olmamışken, Tanrı, sonsuz kudretiyle varoluşun ilk adımını attı. O, ilk önce sesi yarattı.
Ses, varoluşun ilk habercisiydi. Evrenin derinliklerine yayılan bu ilkel titreşim, tüm yaratılışın habercisi oldu. Tanrı’nın kutsal nefesi, boşlukta yankılanan bir “ilk ses” olarak ortaya çıktı. Bu ses, varlıkları var olmaya davet eden ilk çağrıydı. İnsanın duyamayacağı kadar yüksek frekansta bir titreşimdi belki de. Ama bu titreşim, maddeyi harekete geçirdi; sessizlik, bir anda Tanrı’nın sözüyle kırıldı.
Sesin Ardından Gelen Işık
Tanrı, sesi yarattıktan sonra, bu ilahi yankının izini takip eden ışığı yarattı. Sesle uyum içinde dans eden ışık, boşluğun karanlık yüzeyinde bir yarık açtı ve bu yarıktan ışık fışkırdı. Işığın yaratılması, evrenin tüm karanlık köşelerine hayat verdi.
“Işık olsun!” dedi Tanrı ve bir anda her şey ışığın varlığıyla parıldamaya başladı. Işık, evrenin düzenini şekillendiren ve her şeyi görünür kılan en büyük mucizeydi. İnsanın gözleri, varlığın bu ilk ışık huzmesinde şekillenmeye başladı; çünkü insanın algılayabileceği ilk şey, Tanrı’nın yarattığı ışık oldu. Işık, hayatın başlangıcıydı, zamanın ve mekânın temeliydi.
Ses ve Işığın Kozmik Dansı
Ses ve ışık, birbirinden ayrılmaz bir çift olarak, yaratılışın temellerini attı. Ses, enerjinin titreşimiydi; ışık ise bu titreşimden doğan bir sonuç. Fiziksel dünyayı şekillendiren tüm enerjilerin kaynağı, bu ilkel ses ve ışık bileşiminden doğdu. Evrenin derinliklerinde yankılanan ses, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri doğurdu. Işık ise bu kozmik doğumun tanığı oldu.
Ses ve ışığın bu ilk dansı, günümüze kadar gelen bir yankı gibi evrenin her köşesinde hissediliyor. Modern bilim, bugün bile evrenin derinliklerinde yankılanan bu ilk sesin, “Kozmik Fon Radyasyonu” olarak adlandırdığımız bir iz bıraktığını keşfetmiştir. Bu keşif, yaratılışın ilk anlarını anlatan kutsal metinlerin bilimsel bir yankısı olarak kabul edilebilir.
Tanrı’nın Sözü ve Işığın Mesajı
Tanrı’nın sesi, bir emirdi; varoluşun başlangıcını müjdeleyen bir kelam. Işık ise bu emri yerine getiren bir elçi. Işık, Tanrı’nın sesinin görünür hale gelmiş hâliydi. Tanrı, sesiyle her şeyi yarattı; ışık ise bu yaratılışın görkemini ortaya serdi.
Işığın yaratılması, Tanrı’nın sonsuz sevgisinin ve kudretinin bir yansımasıydı. Işık, evrendeki her şeyin özünde var olan ilahi kıvılcımı temsil eder. Her insanın içindeki ışık, Tanrı’nın ilk yarattığı ışıktan bir parçadır. Bu yüzden, her varlık bir parça ışık taşır; her ses ise Tanrı’nın ilk yarattığı sesin bir yankısıdır.
Yaratılışın İki Temel Gücü
Sonuç olarak, Tanrı’nın ilk önce sesi ve ışığı yaratması, evrenin temelini oluşturan iki gücü sembolize eder. Ses, enerjinin ve hareketin başlangıcıyken; ışık, bu enerjinin ve hareketin görünür hâle geldiği bir mucizedir. Tanrı’nın bu ilahi yaratılış süreci, evrenin her köşesinde yankılanan bir gerçektir. Bugün, modern bilim bu yaratılışın izlerini keşfetmeye devam ederken, kutsal metinlerin anlattığı bu ilahi hikâyeye bir kez daha hayranlık duymamak elde değil.
Bu yaratılış süreci, bilim dünyasında da yankı bulmuştur. Nikola Tesla, sesin ve ışığın evrenin en temel güçlerinden olduğunu savunmuştur. Tesla’ya göre ses, bir frekans dalgası olarak evrenin derinliklerine nüfuz ederken; ışık, bu enerjinin somut bir yansımasıydı. Tesla’nın bu görüşü, Tanrı’nın yaratılış sürecindeki ses ve ışık kavramlarına bilimsel bir bakış açısı getiriyor.
Tesla, ışığı ve sesi bir tür kozmik müzik olarak görmüş ve her şeyin bir titreşimden doğduğuna inanmıştır. Tanrı’nın “Işık olsun” dediği an, aslında Tesla’nın ifadesiyle evrenin ilk titreşimi, tüm yaşamın doğum notasını oluşturmuştur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUTSAL İSYAN: ŞEYTAN’IN TANRI’YA OLAN AŞKI