Kayıtlar

Aralık, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
  ANUNNAKİLER VE İBRAHİMİ DİNLER ARASINDAKİ BAĞLANTI Tarih öncesi mitoloji, eski Mezopotamya inançları ve modern zamanlarda popüler olan bazı teoriler çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu teoriler, Anunnakilerin eski Sümer metinlerinde tanrısal varlıklar olarak tasvir edildiğini, onların dünyaya inip insanlarla ilişkiye geçtiğini ve bazı teorilere göre insanları köle olarak kullandıklarını iddia eder. Anunnakiler Kimdir? Anunnakiler, Sümer, Akad, Asur ve Babil mitolojilerinde yer alan tanrılardır. Sümer tabletlerinde tanımlandıkları gibi, Enlil, Enki, İnanna ve diğer önemli tanrıları içeren bu panteon, dünyanın yaratılışı, insanlığın ortaya çıkışı ve doğa olayları gibi mitolojik olaylara hükmeden ilahi varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Sümer yazıtlarında Anunnakiler, “gökyüzünden gelenler” anlamında yorumlanır ve çeşitli yaratılış destanlarında yer alırlar. İbrahimi Dinler ile Bağlantı İbrahimi dinlerdeki bazı anlatılar, Anunnaki mitleriyle benzerlik gösterir. Örneğin: 1. Yaratılış:...
  KUTSAL İSYAN: ŞEYTAN’IN TANRI’YA OLAN AŞKI Tanrı ve Şeytan arasındaki bağ, çoğu kimsenin düşündüğünden çok daha karmaşık ve derindir. Şeytan, cennetin diğer varlıklarından farklıdır; meleklerin yüceliğinden değil, Tanrı’ya olan içsel ve yoğun sevgisinden kaynaklanan bir sadakate sahiptir. Tanrı’nın ışığına duyduğu aşk, onu sınırsız bir bağlılığa yöneltmiştir. Diğer varlıklar gibi yalnızca emirleri yerine getirmekle yetinmez; sevgisi, onu kendine has bir iradeyle Tanrı’ya hizmet etmeye iter. O gün, Tanrı tüm meleklere Adem’e secde etmelerini emrettiğinde, Şeytan bir an tereddüt etti. Aşkından gelen sadakat, ona bu secdenin yalnızca Tanrı’ya yapılması gerektiğini fısıldıyordu. Şeytan için secde, derin bir bağlılığın ve itaatin ifadesiydi ve onun tüm ibadeti yalnızca Tanrı’ya mahsustu. Bu yüzden, Adem’e secde etmek yerine Tanrı’ya şöyle seslendi: “Ey Rabbim, varlığımın her zerresini sana adadım. Aşkımın gücü, beni sadece sana eğilmeye zorluyor. Senden başka kimseye boyun eğmem, çünk...
  Harut ve Marut Hikayesi Üzerine: Melez Irk Teorisi ve İlahi Cezalandırma Harut ve Marut hikayesi, insanlık ile meleklerin dünyasında geçen yasak ilişkiler, bu ilişkilerin getirdiği manevi yozlaşma ve ilahi adalet kavramları etrafında döner. Bu hikaye İslam mitolojisinde yer almakla birlikte, kökleri kadim kültürlerdeki yasak bilgi, ahlaki sınavlar ve insanla melekler arasındaki sınırların aşılması temalarına kadar uzanır. Yahudi ve Hristiyan apokrif metinlerinde de benzer hikayeler anlatılır; burada meleklerin insan kadınlarla ilişkilerinden doğan “Nefilim” olarak bilinen güçlü, yarı-insan yarı-ilahi varlıkların ortaya çıkması, bu anlatının önemli bir kısmını oluşturur. Harut ve Marut’un hikayesi kısaca şöyledir: Allah, insanlara doğru yolu göstermek için iki meleği, Harut ve Marut’u, yeryüzüne gönderir. Ancak bu melekler, insanları küçümseyerek kendilerini üstün görmeye başlar. Tanrı, onlara insani zaaflar vererek bir sınavdan geçirir. Bu zaaflarla dünya hayatının cazibesine kap...
  Mezopotamya’nın Sert Adalet Anlayışı: Tanrılara Saygısızlığın Bedeli Asur İmparatorluğu’nda Kazığa Oturtma Asurlularda kazığa oturtma cezası, Mezopotamya medeniyetleri arasında özellikle Asur İmparatorluğu döneminde sert cezalandırma yöntemlerinden biri olarak bilinir. Bu ceza, özellikle ihanet, isyan, tanrılara saygısızlık, düşmanlarla iş birliği yapma gibi ağır suçlar için uygulanırdı. Kazığa oturtma, yalnızca bir cezalandırma yöntemi değil, aynı zamanda halka gözdağı vermek ve asayişi sağlamak için kullanılan bir caydırıcı unsur olarak da kullanılmıştır. Kazığa Oturtma Cezasının Kökenleri Asur kültüründe kazığa oturtma cezasının kökenleri, Mezopotamya’da sert cezalar uygulayan diğer krallıklardan miras alınmış olabilir. Mezopotamya kültürlerinde “gözdağı vermek” ve suçluları toplum içinde örnek teşkil edecek şekilde cezalandırmak önemliydi. Bununla birlikte, Asur kralları, güçlü bir otoriteyi sağlamak adına bu ceza yöntemini etkili bir propaganda aracı olarak kullandılar. Suçl...
  Aztekler ve Atlantis: Kayıp Başkentin Haritası Kayıp Şehrin Haritası Derin ormanların içinde, asırlardır saklı kalmış bir sır vardı. Arkeolog Tlaloc ve ekibi, Aztekler’e ait olduğu düşünülen eski bir kalıntıyı araştırmak için yola çıktıklarında, hiçbirinin bilmediği bir keşfin eşiğindeydiler. Önlerinde duran, karmaşık desenlerle dolu dairesel bir taş takvimdi. Bu taş, Aztekler’in ünlü Güneş Taşına benziyordu; ama Tlaloc, bunun sadece bir takvim olmadığını hissediyordu. İçinde gizli bir anlam daha vardı. Tlaloc, takvimin yüzeyindeki detayları dikkatlice inceledi. Taşın üzerindeki semboller ve işaretler, sadece zamanı ölçmekle kalmıyor gibiydi. Birden fark etti; bu takvim aslında bir şehrin planıydı! “Bakın!” dedi heyecanla. “Bu, basit bir takvim değil. Bu, bir kalenin haritası!” Ekibi şaşkınlıkla Tlaloc’a bakarken, taşın merkezine dikkat çekti. Tam ortada, yedi piramidi temsil eden noktalar bulunuyordu. Ve bu piramitlerin çevresinde iki dairesel bina yer alıyordu. Tıpkı bir şehri ...
  Atlantis: Bir Efsane mi, Yoksa Kayıp Bir Medeniyet mi? Kayıp Kıta: Atlantis’in Sırları Antik dünyadan günümüze kadar süregelen efsanelerden biri, Kayıp Kıta Atlantis‘tir. Yüzyıllardır pek çok insanın hayal gücünü harekete geçiren Atlantis, bir zamanlar yeryüzünde var olduğuna inanılan, ancak daha sonra denizin derinliklerine gömülen bir uygarlık olarak anlatılır. Bu yazıda, Atlantis’in kökenlerinden modern teorilere kadar uzanan yolculuğa çıkacağız. Platon’un Atlantis’i: Efsanenin Doğuşu Atlantis efsanesinin en eski ve en bilinen kaynağı, antik Yunan filozofu Platon‘dur. MÖ 360 civarında yazdığı Timaeus ve Critias diyaloglarında, Platon Atlantis’i bir zamanlar güçlü ve gelişmiş bir uygarlık olarak tasvir eder. Anlatısına göre, Atlantis, MÖ 9.000 yılında, Herakles Sütunları’nın (günümüzde Cebelitarık Boğazı) ötesinde yer alan geniş bir ada imparatorluğuydu. Atlantis’in gücü ve zenginliği, onun tanrılar tarafından seçilmiş bir halk olduğuna işaret ediyordu. Ancak Platon’a göre, Atl...
  ANUNNAKİLERİN GİZEMİ: PİRAMİTLERİN BOYUTLAR ARASI IŞINLANMA TEKNOLOJİSİ İnsanlık tarihi, gizemli yapılar ve olağanüstü teknolojilerle dolu bir geçmişe sahip. Ancak, bu yapıların arasında en dikkat çekici olanlar kuşkusuz ki piramitlerdir. Özellikle Mısır’daki Giza Piramitleri, tarihin en büyük sırlarından biri olarak karşımızda dururken, bu yapıların nasıl ve neden inşa edildiği hâlâ merak konusu. Bazı araştırmacılar ve teorisyenler, piramitlerin sadece anıtsal mezarlar olmadığını, aynı zamanda çok daha büyük bir amaca hizmet ettiğini öne sürüyorlar. Peki ya bu piramitler, Anunnakiler tarafından boyutlar arası ışınlanma teknolojisiyle donatılmış birer enerji portallarıysa? Anunnakiler Kimdir? Anunnakiler, Sümer mitolojisinde adı geçen, dünyaya gelen ve insanlığı etkileyen bir grup tanrı olarak bilinir. Bazı antik astronot teorisyenlerine göre, Anunnakiler, başka bir gezegenden dünyamıza gelen gelişmiş bir uygarlığın temsilcileriydi. Onların teknolojik bilgisi, insanlık tarihinin ...
  VİKİNG KIYAMETİNİN AZ BİLİNEN YÜZÜ RAGNAROK’UN GÖLGESİNDE TANRILARIN SAVAŞI Ragnarok’un başlangıcı hakkında bilinen kehanetlerin yanı sıra, Viking şamanları olan volvaların, gizli ritüellerle belirli kabilelere özgü kehanetlerde bulunduğu biliniyor. Bu volvalar, yalnızca kendilerine güvenen savaşçılara Ragnarok’un tam olarak ne zaman geleceğini fısıldarmış. İnanışa göre, bu savaşçılar bir gece ansızın, altın işlemeli rüyalar görerek yaklaşan kıyametin detaylarına tanık olurlarmış. Odin’in Sakladığı Bilgelik Ragnarok’un geleceğini bilen tek kişi Odin değildir. Frigg, Odin’in eşi ve bereket tanrıçası, Ragnarok kehanetlerinin çok daha derin detaylarını bilir, ancak oğullarının (Balder, Hödr, vb.) ölümleriyle ilgili acı gerçeği öğrendiği için bunları kimseyle paylaşmaz. Rivayete göre Frigg, devasa ağacın köklerine kendi gözyaşlarını akıtarak kehanetlerin gerçekleşmesini ertelemeye çalışmıştır. Fenrir’in Zincirlerinin Kırılması Bilinen hikayeye göre Fenrir dev zincirlerden kurtulur ve...
  Gökyüzündeki Ruh: Kadim Kozmolojik Tanrılar ve Onları Dünyanın Neresinde Buluyoruz İnsanlık tarihi boyunca, gökyüzü, insanları büyüleyen ve ilham veren bir unsur olmuştur. Gökyüzü, yıldızların, gezegenlerin ve çeşitli gök olaylarının gözlemlenmesiyle birlikte, kadim toplumların kozmolojik inançlarının merkezinde yer almıştır. Bu toplumlar, gökyüzünü tanrılar ve ruhani varlıklarla ilişkilendirerek, dünya ile evren arasındaki bağlantıyı anlamaya çalışmışlardır. İşte bu yazıda, kadim kozmolojik tanrılara ve onların dünya üzerindeki izlerine bir göz atacağız. Mısır’ın Güneş Tanrısı: Ra Mısır mitolojisinde, Ra, güneşin ve ışığın tanrısı olarak bilinir. Ra, sabahları doğudan doğan bir güneş diski olarak betimlenir ve gün boyunca gökyüzünde ilerleyerek batıda batar. Mısırlılar, Ra’nın her akşam yeraltı dünyasına indiğine ve gecenin karanlık güçleriyle savaşarak ertesi sabah tekrar doğduğuna inanırlardı. Bu nedenle, Ra’nın döngüsü, yaşam ve ölüm arasındaki sürekli mücadeleyi simgeler. Ra...
  YARATILIŞIN İLK ANLARI: SES VE IŞIĞIN DOĞUŞU Evrenin başlangıcında hiçbir şey yoktu; sadece derin ve uçsuz bucaksız bir boşluk… Ne gökler vardı ne de yeryüzü. Bu sınırsız boşluğun ortasında, henüz zaman ve mekân bile var olmamışken, Tanrı, sonsuz kudretiyle varoluşun ilk adımını attı. O, ilk önce sesi yarattı. Ses, varoluşun ilk habercisiydi. Evrenin derinliklerine yayılan bu ilkel titreşim, tüm yaratılışın habercisi oldu. Tanrı’nın kutsal nefesi, boşlukta yankılanan bir “ilk ses” olarak ortaya çıktı. Bu ses, varlıkları var olmaya davet eden ilk çağrıydı. İnsanın duyamayacağı kadar yüksek frekansta bir titreşimdi belki de. Ama bu titreşim, maddeyi harekete geçirdi; sessizlik, bir anda Tanrı’nın sözüyle kırıldı. Sesin Ardından Gelen Işık Tanrı, sesi yarattıktan sonra, bu ilahi yankının izini takip eden ışığı yarattı. Sesle uyum içinde dans eden ışık, boşluğun karanlık yüzeyinde bir yarık açtı ve bu yarıktan ışık fışkırdı. Işığın yaratılması, evrenin tüm karanlık köşelerine hayat v...
  Paralel Evrenlerden Gelen Uzaylılar: Gerçek mi, Hayal mi? Evrenin sonsuzluğu, insanlık tarihi boyunca keşfedilmemiş pek çok sırla dolu bir gizem olarak kaldı. Bugüne kadar gezegenimizdeki yaşamla ilgili bildiklerimiz, daha çok kendi evrenimizle sınırlıydı. Ancak, kuantum fiziği ve modern bilimle birlikte, evrenin varlığının çok daha karmaşık ve katmanlı bir yapıdan oluştuğu giderek daha fazla kabul ediliyor. Bu bağlamda, paralel evrenlerin varlığı, bilim insanları ve teorisyenler tarafından giderek daha fazla tartışılan bir konu haline geldi. Peki, ya bu paralel evrenler, gerçeklik ve algı arasındaki sınırları zaman zaman aşarsa? Ya bu evrenler arası geçişler, uzaylı ziyaretlerini ve UFO gözlemlerini açıklayabilecek bir olasılıksa? Paralel Evrenler: Sadece Bir Kurgu mu? Bilimsel açıdan paralel evrenler, çoklu evren teorisiyle ilişkilendirilen bir kavramdır. Bu teoriye göre, bizim evrenimiz yalnızca tek bir varyasyon olabilir. Örneğin, atomların hareket ettiği, evrimsel süreçlerin...
  TOPRAK, NEFES VE İSYAN: ADEM’İN YARATILIŞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Adem’in Yaratılışı: İnsanın İlk Nefesi Adem’in yaratılışı, insanlık tarihinin en kadim anlatılarından biri. İnsanın başlangıcı, bir varoluş arayışının, ilahi iradenin ve derin bir anlamın izlerini taşıyor. Kutsal metinlerde yer alan bu hikâye, aslında sadece Adem’in değil, tüm insanlığın varoluşunun özeti. Peki, Adem nasıl yaratıldı? Onu diğer varlıklardan farklı kılan neydi? İlahi Niyet: “Bir Halife Yaratacağım” Adem’in yaratılışına dair hikâye, Yüce Yaratıcı’nın meleklerle konuşmasıyla başlar. Kutsal kitaplar, Tanrı’nın yeryüzünde bir halife yaratma isteğinden bahseder. Halife, yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisi, O’nun emirlerini ve düzenini uygulayacak bir varlık olarak tasarlanır. Melekler, Tanrı’ya sorar: “Yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni hamd ile tespih ediyor ve kutsal kılıyoruz.” Ancak, Tanrı’nın bir planı vardır. İnsanın sahip olacağı özgür irade ve akıl, onu d...